27 Haziran 2016 Pazartesi

ALAÇATI VE OT FESTİVALİ (EGE KÖYLERİ GEZİSİ 3)

9 Nisan 2016
    Gezimin başlangıç tarihini belirleyen Alaçatı Ot Festivaliydi.
    9 Nisan Cumartesi Günü festivalde olmak üzere ve özellikle en yoğun günlerinden birini görmek üzere 8 Nisan'da geziye başladım.
    Gece saat 02:00 civarı İzmir'e vardığımızda, 1990'lı yıllarda yaşamış olduğum Alsancak semtini görmeyi istedim. Kordon boyu, çimenlerde oturan, yürüyen, sohbet eden genç, yaşlı insanlarla doluydu. Bize çok güzel enerji verdi bu görüntüler. Yol yorgunluğunu bu enerji ile attık.
     Alaçatı, İzmir'e 80 km uzaklıkta otoyoldan özel araba ile ortalama 50 dk  sürüyor. 
     İzmir'e her gelişimde bulunmaktan mutlu olduğum bir yer Alaçatı ve Alaçatı denince aklıma ilk gelen kelimeler, “çok renklilik, çiçekler ve eski taş evler”. 
Sörf yapmak için çok uygun şartlara sahip Alaçatı, uzun zamandır sörfçülerin çok iyi bildiği bir yer. 
Daha önceki gelişlerimizde kaldığımız , gezdiğimiz, yemek yediğimiz yerlerde sorduğumuz esnaftan öğrenmiştik ki, Alaçatı'nın tanınmasında şimdi Çeşme Belediye Başkanı olan belediye başkanı Muhittin Dalgıç'ın çok büyük payı varmış. Halk ve esnaf ile birlikte, bilinçli bir çalışma yapmış.



  
    
 Alaçatı'ya  araba kuyruğu ile girdik. Festival bile olsa bu kadar kalabalık olabileceğini tahmin etmemiştim. Zamandan kazanmak için arabayı uzak sayılabilecek bir yere park edip, yürümeyi tercih ettik. 


  Yürürken, Alaçatı'nın bilinen köy merkezinden çok farklı şehirleşmiş bir Alaçatı gördüm. Yüksek bina yok, mümkün olduğunca köyün yapısına uygun tasarımlarla binalar yapılmış ama yine de bir köy değil artık. Yaşayanlar çoğunlukla köylüler değil. Daha çok yazlıkçı. Alaçatı'yı sevmeme rağmen, üzüldüğüm nokta bu gibi yerlerin köy özelliğini, samimiyetini yitirmesi. Bu tür projelerin maalesef böyle tahribatları olabiliyor. 

Alaçatı Değirmeni 


    Alaçatı Ot Festivali bu yıl ziyaretçi rekoru kırmış ve başka yerlerdeki hiç bir festival bu kadar ziyaretçi çekmiyormuş. Başta İstanbul olmak üzere, diğer illerden gelen ziyaretçi sayısı çok fazla. Otobüslerle, turlarla insanlar festivale gelmişti. Bir çok belde bunu yapmaya çalışıyor, Alaçatı bunu başarmış. Hatta kapasitesinin üstüne çıkmış. Fakat diğer zamanlarda bu kadar kalabalık değil tabi. Gezimin sebebi turistik olmasının yanısıra, Ege köylerini gözlemlemek amaçlı olduğu için bu tür detaylara yazılarımda değineceğim.

 

Merkeze giden standlı yol

 Alaçatı'nın meydanına giden yollarda sıralı dizilmiş standlarda, bölgede yetişen otlar ve onlardan yapılan ürünler ağırlıklı olmakla birlikte, Ege'nin diğer bölgelerinden gelen ürünler de bulunmaktaydı. Farklı otları tanımak, hangi otun nasıl kullanıldığını öğrenmek açısından güzel bir etkinlikti.
Şevket-i Bostan'ı daha önce duymuştum ama ilk kez gördüm. Osmanlı mutfağında sıkça kullanılan ilginç bir bitki. Daha doğrusu bitki kökü.


Alaçatı merkeze inen yol
  

Şevket-i Bostan
(Kuzu Etli Şevket-i Bostan; Girit mutfağına özgü çok lezzetli bir yemektir. Şevketi bostan ayıklaması oldukça zahmetli, Ege ve Akdeniz bölgesinde doğada kendiliğinden yetişen son derece şifalı, lezzetli yabani bir ottur. Dikenli yapraklarını ve odunsu kalın köklerini temizlemek oldukça zordur. Pazarlarda genellikle temizlenmiş olarak leğenlerde suyun içinde satılmaktadır. Doğada dağda bayırda, tarla yollarının kenarları gibi yerlerde çıkar. Yemeklerde dikenlerinden temizlenmiş dalları ile dış kabukları soyularak temizlenmiş kökleri kullanılır.  Kaynak: yemekmutfak.com)

  

Standlar arası ot yolculuğu devam ederken, bir çok standda kurutulmuş lavantalarla karşılaşmak benim için mutluluk verici oldu. Lavanta türlerini internette araştırırken Fransız sitelerinde sıkça gördüğüm, kocaman çiçekli bir lavanta türünün, tam da Nisan ayında Karabaş Otu adı ile Ege'de sıkça kullanılıyor olduğunu öğrendiğimde çok şaşırdım. İnsan her an bir şey öğreniyor.

  
Karabaş otu ve lavanta türlerinin çayının yapıldığını biliyordum ama reçelini ilk kez tattım. Yabani lavantanın Ege'nin doğasında bu kadar yaygın olduğunu bilmiyordum. Nasıl edinsem, dağlara mı çıksam nasıl bulsam derken, Alaçatı pazarındaki çiçekçide buldum ve Karabaş Otu sahibi oldum. Şimdi Çatalca'da şimdilik saksıda özenle büyütüyorum. Umarım bu coğrafyada yaşatabilirim. Benim gibi bir lavantasever için Karabaş Otu (yabani lavanta) gezime damga vuran bilgilerden ve edindiğim bitkilerden biriydi. 
Reçeller de kavanozları, süslemeleri ile festivalde dikkat çeken ürünlerdi. Zeytinler, zeytinyağları, turşular, zeytinyağlı yemekler, kurabiyeler... 
El yapımı ürünler, çeşit çeşit magnetler, değirmen objeler, zengin ürün çeşitliği olan standlardan geçerek Alaçatı merkeze geldik.


  
    

Alaçatı Cami, çok geniş açık bir alana sahip ve etrafındaki cafeler, parklar ve butikler nedeniyle insanlarla çok iç içe bir yapı.
Caminin en önemli ve haber olan özelliği;
1874'te kilise Cumhuriyet dönemiyle birlikte cami olan ibadethane, Alaçatı Belediyesi tarafından restore edildi. Kilise dönemine ait resim ve ikonalar özel bakıma alındı. Camiyi ziyaret etmek isteyen yerli ve yabancı turistlere açık olan bölüm, namaz vakitleri otomatik perdeyle kapatılıyor. Cami içerisinde bulunan otomatik perde sayesinde hem Müslüman hem de Hıristiyanlar ibadet edebiliyor. 
(Kaynak: http://www.internethaber.com/izmirde-boyle-cami-gorulmedi-551474h.htm 
Konu ile ilgili daha detaylı bilgi için; http://ismail-gezgin.blogspot.com.tr/2013/09/meryem-kilisesi-alacati-pazaryeri-camii.html ) 



    Renkli cafeleri, butikleri, butik otelleri, yaratıcı dekorasyonları, taş sokakları ve taş evleri ile Alaçatı'nın Türkiye'ye bu konuda öncü olduğunu kabul etmek lazım. Her bir görüntünün fotoğrafını çekip saklamak, anılarınızda tutmak istiyorsunuz. Merkez kalabalık olmakla birlikte fotoğraf çekimi için daha sakin sokak araları da bulduk. Cafe, restoran ve butik oteller özel renkli görüntüler oluşturmak için yarışıyorlar sanki. Doğal yapıdaki bir köye, insan eliyle yapılmış olsa da bu renkli dokunuşları seviyorum. 

Alaçatı içinden renkli kareler;

  


  


  Aslında Ot Festivalini tam anlamıyla yaşamak için festival komitesinin hazırladığı 4 günlük programı yaşamak, konsantre olmak lazım. Gayet güzel bir program hazırlanmış. Seminerler, etkinlikler, sergiler, doğadaki otları tanıma ve  toplama, yemek sunumları gibi güzel aktiviteler. Yalnız bu dönemde Alaçatı otelleri hem pahalı hem de dolu oluyor. Bu önemli ayrıntıyı hesaba katarak plan yapılmasında fayda görüyorum.

 Merkezde, sokaktan ayrı bazı mekanlarda belirli konseptlerde standlar bulunuyordu, sadece tasarımcıların, el yapımı ürünlerin bulunduğu bir mekan, limon bahçesi içinde bulunan Türkiye'den yöresel lezzetlerin bulunduğu mekan gibi. Benim gibi, el yapımı ve organik, yöresel ürünlere meraklı ve işi bu olan biri için tam noktasıydı.

   


 
Alaçatı kurabiyecilerinden kurabiye almadan olmazdı. Daha önce katılımcısı olduğum  bir Ekoloji Fuarında tanıştığım Alaçatı Kurabiyecisi vardı, onu buldum.
Kurabiyede  favorim, 10 çeşit baharatla yapılmış şekersiz kurabiye. Tavsiye ederim.
Gözlemeciler de Ege'nin olmazsa olmazı.
Festival sırasında değil ama birkaç gün sonra, daha sakin zamanda gelip meşhur Sakızlı Muhallebisini de yemeden gitmek istemedim. Geldiğinizde siz de yemeden gitmeyin.

 



    Haftalık pazarın da açık oluşu nedeniyle, sebze, meyve bolluğu olan, her şeye ulaşabildiğimiz güzel, özel bir gündü.
   Çok kalabalık olmasına rağmen, herkesin pozitif olduğu, iyi bir şeyler için bir araya gelmiş, güzel vakit geçirmek isteyen insanların bulunması, ve verdikleri enerji güzeldi. Daha sonra sakin bir günde gelme planı yaparak, Alaçatı'dan ayrıldık.
   Yolumuzu Ildır'dan geçirerek, güzel bir Nisan akşamı serinliğinde, güzel bir gün batımı izledik ve günü bitirdik.
Ildır'da gün batımı
   Alaçatı gezisinde beni yalnız bırakmayan, varlıkları ve destekleri ile güzel bir gün geçirdiğimiz, fotoğraf çekimlerimde sabırla yardımcı olan Hakan Çobanoğlu, Zeynep Tanırgan, Ceren Kudunoğlu’na teşekkürler.






25 Haziran 2016 Cumartesi

YOLCULUK BAŞLASIN - ESKİHİSAR KÖYÜ (EGE KÖYLERİ GEZİSİ 2)

Öyle çok telaşlı, sıkıntılı olmasın istedim yolculuk. Programı yaparken saatleri ve günlük gezi rotalarını ona göre planladım. Onun için İzmir'e gidiş rotamda bulunan Bursa ve çevresi köylerini, İzmir'e gidiş yolculuğunu sıkıştırmamak için daha sonraya bırakarak, istikameti direk İzmir olarak belirledim. Saat 13:00'te İstanbul'dan yola çıktık.
Ne zaman Anadolu tarafına araba ile yolculuk yapsak,  Kurtköy Mehmetçik Vakfı Tesislerine uğramadan geçmeyiz. Arabanın ve benzinin son kontrollerini yapıp, kahvematikten kahvemizi alıp yola çıkarız. Bu bir ritüel oldu. Ayarları çok iyi yapılmış bir makine. Ya da yolculuk psikolojisi ile bize kahvesi çok keyif veriyor.
Eskihisar üzerinden 475 km ve 6,5 saat süren İzmir, Eskihisar Köyü, bizim rahat ve yavaş yolculuğumuz ve yemek duraklamalarımız ile neredeyse 12 saat sürdü.

1- ESKİHİSAR KÖYÜ VE OSMAN HAMDİ BEY MÜZESİ

    Çok sevdiğim bir arkadaşımın sosyal medyada paylaşımı üzerine haberdar olduğum bu müzeyi, yıllarca bu yolu kullanmış biri olarak nasıl bilmiyordum üzüldüm. Bu nedenle İzmir'e kadar olan yolculuğuma sadece Eskihisar Köyü'nü ekledim. Beşiktaş'tan E5 üzerinden 55 km ve yaklaşık 50 dk süren bir yolculukla Eskihisar Köyü'ne ulaşıyorsunuz.
Osman Hamdi Bey'in Eskihisar'la olan ilişkisinden pek haberdar değiliz. Ben mi bilmiyordum diye düşündüm ama müzeyi gezerken görevliden öğrendim ki, yeterince ilgi yokmuş ve ziyarete getirilen Güzel Sanatlar öğrencileri bile çok ilgili değilmiş. 
Bu köşkün kurtuluş savaşında Mustafa Kemal Atatürk'e tahsis edilmiş olmasını da ayrıca önemli buluyorum.

 
Ülkemiz için çok değerli olan Osman Hamdi Bey sadece kaplumbağa terbiyecisi tablosundan ibaret bir ressam olarak biliniyor bir çok kişi tarafından. Beyoğlu'ndaki Pera Müzesinde ilk kez tablolarını gördüğümde, detay çalışmalarından çok etkilenmiştim.
Müze, iyi niyetlerle dönemine göre dekore edilmiş. Ama ruhunu yansıtamamışlar.
Bir şeyler eksik gibi.
Osman Hamdi Bey, duvara çiçek asan kız tablosu yaparken, odasında çalışırken canlandırılmış.

 


Osman Hamdi Bey'in aileye ait eşyaları o dönemi yansıtması açısından önemli. Banyo Sobası ilginç.

  

Köşkün konumu, mimari yapısı harika. Bahçe içindeki kocaman ağaçlar muhteşem.
Fransa'da ünlü ressamların yaşadığı köyler, dünyanın dört bir yanından ziyaretçi çekerken, bu köşkün böyle ilgisiz kalması üzücü.
Hatıra olarak alınabilecek, müzeye özgü bir tane ürün yoktu. Osman Hamdi Bey'in eserlerinden oluşan hatıra ürün grupları oluşturulabilir. İnsanların ilgisini çekebilecek kültürel aktivitelerle bu köy sanatla özdeşleştirilebilir. Ülkemizde yapılabilecek ne kadar güzel ve çok şey var aslında.
Osman Hamdi Bey'in köşkün duvarlarina asılmış aile fotoğrafları ilgi çekiciydi. Fotoğraflardaki mekanlarda bulunmak ve o dönemleri gerçek fotoğraflardan gözlemlemek etkileyiciydi.

 


    

Osman Hamdi Bey'in resim çalışması sırasındaki bir fotoğrafı

Osman Hamdi Bey'in tablolarının birebir boyuttaki reprodüksiyonları köşkün duvarlarında sergileniyor. Bu sayede görmediğim tablolarını reprodüksiyon bile olsa görmüş oldum. Her tablonun orjinalinin şu anda nerede bulunduğunun tabloların altına yazılmış olması da çok iyi düşünülmüş.

 



Ressam İbrahim Çallı tarafından yapılan Osman Hamdi Bey tablosu

Müze içindeki Osman Hamdi Bey'in resimhanesinin, belirli günlerde galeri ve Eskihisar'lı amatör resim grupları için atölye olarak kullanılması fikrini çok beğendim. Açık olduğu gün bizim ziyaretimize denk gelmediği için resimhanenin içini göremedik.



Köyün sahilinde düzgün, temiz balık restoranları bulunuyor. Fiyatları çoğu sahil kasabası balıkçı restoranlarındaki gibi.
Araba ile geçip gittiğimiz bu sahil köyünü, bu yönleri ile görmek güzeldi.
Arabalı vapura binerek İzmir'e doğru yolumuza devam ettik.

Pazartesi hariç her gün
9:00 / 12:00  -  13:30 / 17:00 saatleri arasında ziyarete açık
Osman Hamdi Bey Müze Telefonu: 0 262 6556348
(8 Nisan 2016)

Osman Hamdi Bey'i kısaca tanıtmak isterim.

Osman Hamdi Bey
Bir çok konuda öncüdür. 
Arkeolog, müzeci, ressam ve Kadıköy'ün ilk belediye başkanı
İlk Türk arkeoloğu kabul edilir. En önemli arkeolojik kazısı 1887-1888'de gerçekleştirildiği Sayda Kral Mezarlığı (Lübnan) kazılardır. Bu kazılar sırasında dünyaca ünlü İskender Lahdi’ni bulmuştur.
Çağdaş Türk müzeciliğinin kurucusudur.İstanbul Arkeoloji Müzesi'ni kurmuş, 29 yıl müdürlüğünü yapmış ve müzeyi dünyanın sayılı müzeleri arasına ekletmiştir.
Günümüzde varlığını Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi olarak sürdüren Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisi'nin kurucusudur. İlk Türk ressamlarından birisidir ve Türk resminde figürlü kompozisyon kullanan ilk ressam olarak tarihe geçmiştir.
Osman Hamdi Bey'in hayatını detaylı okumak isteyenler için;
https://tr.wikipedia.org/wiki/Osman_Hamdi_Bey

Osman Hamdi Bey Müzesi 
    Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde Gebze ve civar köyleri İmparatorluğun üst düzeyi için sayfiye yerleri idi. Osman Hamdi Bey'in babasının da Eskihisar Köyü'nde konağı vardı.
    Bu konağa gidiş gelişlerinde Osman Hamdi Bey, Eskihisar'ı sever ve deniz kenarından 28 dönüm arazi satın alır.   
    1884 yılında planını kendisinin çizdiği bugün müze olan köşkü inşa ettirerek zamanının çoğunu burada geçirmeye başlar. Köşke kayıkhane ve resimhane daha sonra eklenir.
    Köşk, I. Dünya Savaşı'nda karargah komutanının emrine, daha sonra Kurtuluş Savaşı'nın belli dönemlerinde Mustafa Kemal ve İsmet İnönü’ye tahsis edilir.
    1966'da Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından kamulaştırılan köşk müze haline getirilir. (Kaynak; Gebze Kaymakamlığı resmi sitesi)