19 Ocak 2014 Pazar

HERŞEY KÜÇÜK BİR BAHÇEYE SAHİP OLMAMLA BAŞLADI.


Karadeniz'de doğup büyümüş biri olarak, doğaya hep yakın oldum. Ama öyle toprakla haşır neşir olan bir hayatım olmamıştı. Okullar tatil olduğunda Trabzon'un Beşikdüzü ilçesinde yaşayan anneanneme gittiğimizde, bahçesinde yetiştirdiği, biz gelince dalından koparıp yiyelim diye kimselere dokundurtmadığı sebze ve meyveler şimdi  anılarımda o kadar değerli ki. Bir de tatile denk geldiği için, Ağustos ayında fındık toplama zamanı yaşadıklarım. Fındık ayıklama için, tüm komşuların sıra ile birbirlerine yardıma gitmesi. Çocukluktan aklımda kalan, bu yardımlaşmaya "meci" denmesi. Büyünce öğrendim ki, "imece"ye yöresel olarak "meci" diyorlarmış.
Yıllar sonra, 2000 yılında ikinci çocuğum doğduğunda İstanbul'un bir köyünde, küçük bir bahçesi olan yazları sürekli yaşadığımız bir evimiz oldu.
İşte bu bahçe herşeyin başlangıcı oldu.
Bahçem başlangıçta tamamen doğanın bize verdiği haliyle idi:) Birçok çeşit diken vardı. Ama aralarda sarı kantaron, ballıbaba, papatya, gelincikler ve ismini bilmediğim bir çok bitki, çiçek de çıkıyordu. Bahçeyi bir düzene koymak istedik.
Bahçemizin bir kısmını sebze için ayırdık. Kalan kısmına meyve ağaçları diktik. Hala doğal çiçekler çıkıyor ve tabii dikenler de:)
Sevdiğimiz çiçeklerden hanımeli, gül, soğanlı çiçekler ve şifalı bitkiler diktik. 
İşte o şifalı bitkilerden biri de LAVANTA idi.